
Beynin Tanrısal Ağırlığı
İnsan beyninin keşfi yüzyıllardır sürüyor. Beynin yapısı, işlevleri ve sınırları/sınırsızlıkları her dönemde insanlığın merakını cezbetti. Bu konuda yapılan çalışmalardan çıkan en kesin sonuç beynin tek yönlü bakış açısıyla değerlendirilemeyecek ve izah edilemeyecek kadar karmaşık bir yapıya sahip oluşudur. Bu nedenle bugünün koşullarında zihin ile ilgili çok boyutlu çalışmalar yapılmakta. Bedenimizin bir nevi kontrol mekanizmasını oluşturan beynin biyolojik yapısı, yine de bu alandaki bütün gelişmelere rağmen gizemini koruyor.
Özellikle 1950’den sonra yaşanan gelişmelere rağmen insan beyninin sınırı ve beceri yeteneği tam olarak bilinmiyor. Sağlıklı yaşamın ne kadar önemli olduğunu insanlığa hatırlatan kovid-19 günlerinde elime ulaşan Beynini Keşfet kitabı zihin konusunda ilgi çekici çalışmalar içeriyor. Kitabın yazarı Dr. Fikret Zengin’in özellikle Nöroanatomi, Psikyatri, Psikoterapi alanında yapmış olduğu uzmanlık çalışmaları zihin konusuna farklı bir bakış açısı kazandırıyor.
Eski Mısır’da beyin ile ilgili ilk kayıtların, bir yazıtın içinde sekiz defa ifade edildiği belirtiliyor. Bunun yanı sıra Pisagor’un öğrencisi Alkmeon da bu alanda çalışmalar yürütmüş ve Mısır kayıtlarından farklı olarak bedeni yönetenin kalp değil, akıl olduğunu vurgulamıştır. Ayrıca Antik Çağ’da beynin bir sorgulama merkezi olarak kabul edildiğini çeşitli kaynaklardan öğreniyoruz. Elbette bu alanda Heraflios, Galen, İbn-i Sina’ların da çalışmaları dikkate değer. Ancak beyin hakkında ilk çağdaş çalışmaların on yedinci yüzyılda Le Boe Sylvius ile başladığı biliniyor.
Günümüzde beyin ile ilgili çalışmalar sadece tıp alanı ile sınırlı kalmıyor, bununla beraber birçok konu başlığı altında kendine yer buluyor. Özellikle son dönem sinema dünyasında konu ile ilgili çeşitli filmler yapılmış/yapılıyor. Örnek olarak 2014 yapımı Lucy, 1999’da gösterime giren Matrix, 2010 yılında gösterime giren Başlangıç verilebilir. Elbette robotların, yapay zekânın hayatımıza dâhil olması tesadüfî değil. Konu asla belirttiğimiz örneklerle sınırlı değil, filmler ancak bir yere kadar öğretici olabiliyor. Geniş bir yelpazeye sahip olan nörolojiyi derinlemesine kavramak istiyorsak, uzmanından öğrenmemiz.
Zengin, on yedi başlıkta hazırlamış olduğu çalışmasında her okuyucunun kolaylıkla anlayabileceği bir dil kullanmış. Kitabın giriş kısmında coğrafyanın/mekânın insan yaşamı/zihni üzerindeki etkilerini dedesi ve arkadaşı üzerinden örneklerle açıklıyor. Değişik hayat tarzlarının beynin gelişimini nasıl etkilediğini iki farklı insan üzerinden örneklerle aktarıyor. Bu nokta, çalışmanın ilerleyen bölümlerinde anlatacaklarının ön hazırlığı gibi. Yüz dokuz yaşında zihnini aktif kullanan dedesinden yola çıkarak beynin mevcut birçok sorununa çözüm önerileri getiriyor yazar. Ayrıca kitabı neden yazdığını şöyle cevaplıyor: “Bu kitabı yazmamdaki asıl amaç, okuyucuların beynin yapısı ve fonksiyonları hakkında bilgi edinmelerini sağlamak. Aynı zamanda okuyucu bu elde ettiği bilgilerle beynini korumasını, geliştirmesini ve beyin fonksiyonlarını daha iyi seviyeye getirmesini öğrenecektir” (s.15).
Aslında insan doğduğu andan itibaren zihni, çevreyle yoğun bir etkileşim haline giriyor. Birey doğal bir bölünme olmadan yaşantısıyla ilgili birçok şeyi temellendirir, ancak çoğu yerde beynin kullanma biçimleriyle ilgili mevcut eksiklikler kendini hissettiriyor, “Bedenimiz hakkında neler biliyoruz?” sorusunu akla getiriyor. Evimiz, aracımız, mahallemiz gibi birçok noktayı en detayına kadar bilirken bedenimiz hakkında birçok şeyi bilmediğimizi hatırlatıyor bize yazar.
Tanrılaşma inadı olan insan, beynin sınırlarını sürekli zorlamaya çalışıyor. Edebiyatçı Emily Elizabeth Dickinson’ın ifadesiyle: “Beyin gökten çok daha geniştir, Beyin denizden çok daha derin, Beyin, Tanrı ağırlığına denk.” İnsanın kendini aşma çabasının nispeten beyhudeliğini anlatan Dickinson belki de günümüz koşullarından habersizdi. Yine de teknolojinin gelmiş olduğu boyut her şeyi mümkün kılıyor gibi. Zengin, teknolojik ilerlemelerden ziyade beynin tam anlamıyla kendini yenileyebilme özellikleri üzerinde duruyor. Bu noktada gerekli olan bütün koşulları maddeler halinde sıralarken birçok görselden de faydalanıyor.
Zihnin sosyal bir organ olduğunu ifade eden yazar, “insanlarla yaptığımız tecrübeler ve ilişkiler beynimizin şekillenmesini ve belli bir forma girmesini sağlar,” açıklamasıyla toplumsallaşmanın ya da örgütlü bir yapıya sahip olan her topluluğun beynin gelişimi üzerindeki etkilerini ifade etmekte (s.33). Ancak her topluluğun bu gelişimi tam anlamıyla gerçekleştirdiğini söyleyemeyiz. Kitabın ikinci bölümünde daha çok beynin yapısı ve fonksiyonları üzerinde duran Zengin, beynin performansının daha çok yapısal ve fonksiyonel organizasyonlarından ileri geldiğini anlatıyor. Ayrıca beyni oluşturan her nöronların (sinir hücresinin) kendine has özelliklerinin olduğunu, her nöronun sahip olduğu bilgileri diğer kas ve salgı hücrelerine aktardığını detaylıca anlatıyor.
Özellikle 1998 yılına kadar klasik görüşün üzerinde durduğu doğumdan sonra sinir hücrelerinin artık çoğalmayacağı görüşünün anlamını yitirdiğini, her aktivitenin etkisiyle ömrün sonuna kadar yeni sinir hücresinin oluştuğunu çeşitli makale örnekleriyle bizlere sunuyor. Bedenimizi kontrol eden organın bir makine olmadığını önemle vurguluyor. Böylece beynimizle ilgili “stabil” sanılan birçok özelliğin aslında yirminci yüzyılın ikinci yarısında “değiştirilebilir” olduğunu kitabın üçüncü bölümü olan “Nöroplasitisite”de etraflıca ifade ediyor.
Kitap salt bir metnin ötesinde detaylı, özverili bir çalışma ve yaşanmışlığın ürünü ile ortaya çıktığını hissetiriyor. “Beynin Neye İhtiyacı Var” adlı bölümde tüketilecek gıdalardan, ihtiyaç duyulacak elementlere kadar bilgiler sunuyor. Zengin, beyni sürekli pozitif yönde uyarmak gerektiğini vurgularken bu yönde gerekli özellikleri: “Sosyal bir ortamın olması, iyi beslenme ve bedensel aktivitelerle beynin dejenerasyonunu yavaşlattığı gibi durdurabilir,” diye açıklıyor (s.83). İnsanların dünya hakkında bilinçlerinin koşullandığı ve bu koşullanmanın yaşamın bütün argümanlarının denetiminde olduğunu biliyoruz. Böylece gerçekliği ele alış biçimimizin zihnimizden bağımsız olmadığını bilmemiz gerektiğini çok nadir hatırlıyoruz. Bu çalışmasıyla yaşamın sadece algıladığımız dünya ile sınırlı olmadığını geniş ve bilimsel bir çerçeveden sunuyor okuyucuya.
Özellikle zekânın fonksiyonlarını geliştirmede diyaloğun ve iletişimin ne kadar önemli olduğunu her başlıkta belirtiyor. Sinir hücrelerinin kaybının Parkinson ve Alzheimer hastalıklarının belirtilerine neden olduğunu anlatırken aynı zamanda bu hastalıkları önlemek için yeterli düzeyde ve sağlıklı şekilde çeşitli aktiviteleri konu başlıkları halinde ele alıyor. Yetmiş bin yıl önce yaşanan bilişsel devrimin temelinde ifade gücünün etkisini görmekteyiz. Bu noktada Durkheim’in “insan kişiliği kutsaldır; çiğnenmez ya da sınırları içine girilmez, oysa aynı zamanda en yüce yarar başkalarıyla iletişimden gelir,” ifadesini hatırlamakta fayda var. Yaşamımızın yirmi dört saatini göz önüne aldığımızda görme, dokunma, işitme, konuşma gibi beynimizi sürekli meşgul eden duyularımızın koordine edilmesi kolay değil; bundan kaynaklı beynimizin dışa vurumu ya da çıktıları iç dünyamızın biçimleriyle ilgilidir.
Zihnin zinde olmasını “Beynin Fitnesi” adlı konu başlığında ele alırken beyin fitnesinin bir yaş sorunu değil, faaliyet meselesi olduğunu dile getiriyor. Kişinin algılama, tanıma, düşünme, hatırlama, hayal etme, hafıza, öğrenme, planlama gibi beynin yeteneklerinin farkına varmasının bunların tamamını aktif şekilde kullanmasına bağlı olduğunu vurguluyor. İnsan dünyada keşfedilebilen, şekillendirilebilen bir şeylerin var olduğuna inanıyor ve bundan da mutluluk duyuyorsa kişinin kaç yaşında olduğunun bir anlamı olmadığının; bunun yanı sıra mutluluğun, olumlanmanın sinir uçlarını beyinde tekrar yeşerttiğini örneklerle okuyucuya sunuyor. Aksi durumda, bireylerin neşesiz olduğu durumlarda, kalıcı rutin faaliyetlerin beyindeki nöronal (sinir uçları bağlantısı) bağlantıların yeniden düzenlenmesine el vermezken insan yaşantısının derinliğine işlediğini anlatıyor.
Beyin ile ilgili hazırlamış olduğu kitapta beynin fonksiyonları, gelişimi, yapısı, işleyişi, yaratıcı özellikleri, ruh sağlığı ve zihin sağlığı, affirmasyonlar, gibi birçok temayla detaylı ve geniş bir araştırma ile konuyu ele alıyor. Beynin yenilenmesinin yaş ile ilgili olmadığını ısrarla vurguluyor. Zihnin kendini yenileyebilmesinin bütün sırlarına ulaşmaya çalışan Zengin, insanın hafızasını çok daha uzun süre kullanabilmesinin kapılarını açıyor. Okuyucunun sıkılmadan okuyacağı bir dille kaleme aldığı kitap çoğu zaman öyküleyici bir anlatımla ilerliyor. Hayatımızın sadece dış dünya ile sınırlı olmadığını vurgularken iç dünyamızın kapılarını nasıl aralayacağımıza dair birçok çözüm sunuyor.