Hazların ve Aşkın Nöroplasitite üzerindeki etkileri

 

Daha önceki yazımda genel olarak Nöroplastite hakkında yazdım. Bu sefer de Nöroplastite, Haz ve Aşk konusunda yazmak istiyorum.  Daha  önce  yazdığım gibi ;  Nöroplastisite sinir  hücrelerini  değiştirilebilir, şekillendirilebilir, dönüştürebilir anlamda kullanılır. Beyin  yapılan  Training (egzersizlerle) kendi  yapısını  ve fonksiyonlarını değiştirebiliyor. Yani beyin düşünce ve aktivite yoluyla  kendi yapısını ve  işlevini değiştirebilir. Bu tez çeşitli  alanlarda ispatlandı. Nöroplastite beşikten  mezara kadar  var olan bir olaydır.

İnsanlarda  cinsellik , heyecan ve tatminin hissedildiği yerler  kişiden kişiye göre değişir. İnsanlar genelikle belirli bir tipi  çekici ya da tahrik edici  bulduklarını söylerler, bu tipler kişiden kişiye büyük oranda değişir. Burada  insanların kişilikleri, kültürel yapıları, deneyimleri ve  fantezileri  büyük rol oynar. Elde ettikleri deneyimlerle çekici buldukları tipler zamanla değişebilir. İnsan libidosu  kalıplaşmış, değişmez  bir  biyolojik dürtü değildir, aksine  değişkendir.  Libido  kişinin psikolojik durumu ve partner ile yaptığı deneyimlerle değişebilir. Aynı zamanda libido  çok seçici olabilir.

Seksüel plastisite konusu  çok derindir.  Örneğin çok  sayıda farklı partnere sahip  olmuş, her yeni  partnere uyum sağlamayı öğrenmiş kişilerde en  üst düzeyde nöroplastite görüldüğü gibi, ama  iyi bir  cinsel yaşama sahip, yıllardır evli olan çiftler için  gerekli olan plastisite  buna bir örnektir.  Bu çiftler  nöroplastisite ile altmışlarına geldiklerinde , tanıştıkları yirmi yaşlarındaki  hallerinden çok  daha  farklı görünürler ancak libidoları birbiriyle uyumlu olduğu için  birbirlerine olan bağlılıkları devam eder.  Bir diğer örnek de   fetişist davranışlardır. Bir erkek kadının  giysisi   kadında  daha fazla heyecan uyandırır. Ayrıca  ilişkilerdeki partnerlerin  aldığı roller de  kişiye haz  verebiliyor.  Örnek sadizm, mazoşizm, Voyeurismus (röntgencilik) ve  teşhircilik gibi.

Cinselliğin  bir  içgüdü olarak kabul edildiğini ve içgüdünün de geleneksel olarak bir  türe özgü, bireyden çok az  değişiklik göstermeyen kalıtsal bir davranış  şeklidir. Cinsel hazda  ise, insanların  birbirinden  farklı hazları vardır ve bu hazza ulaşmak için farklı davranır.  İç güdüler genellikle  değişime karşı bir  direnç gösterir, net sabit bir  amacı vardır. Bu da objeye ulaşmaktır.  Cinsel iç güdünün  insanlarda temel amacı  hayvanlardan  farkı olarak üreme amacından sıyrılarak ve hayret verici ölçüde  çeşitlik göstermesidir. Bu da  nöroplastite sayesinde olmuştur. Yani beyinin   değişimi ve  yeniden şekillenmesiyle olmuştur. İnsanlarda  tüm içgüdüleri hipotalamus  adlı beyin yapısı, duyguları amigdala  işler ve kontrol eder.  Bu gibi yapıda  beyin  Korteks dediğimiz  yapı gibi  plastite yapısına sahiptir. Nöroplastite  beynin tüm alanlarında, omurilikte ve  periferik (çevresel sinir  sistemi) sinir sisteminde vardır.  Yapılan deneylerin  sonucunda ;  bir  beyin sistemi değişirse ona  bağlı diğer  sistemler de değişir. Plastik kural: (kullanamazsan  kaybedersin veya birlikte  ateşlenen nöronlar  birbirlerine  bağlanırlar)  beynin  her yerinde  geçerlidir. Eğer durum  böyle olmasaydı beynin farklı alanları  birlikte işlev göremezdi.  Duyu, motor  ve dil kortekslerindeki beyin haritaları için  geçerli olan plastik kurallar, cinsel ve  diğer dürtüler için de  geçerlidir. Cinsel ve romantik  plastisiteye  dair nörobilimsel anlayışın temelini Freud atmıştır. Seksüel plastisitenin kritik dönemlerini keşfetmesidir. Freud hastalarını ve çocukları gözlemleyerek cinsellik ve yakınlığın  ilk kritik dönemin ergenlik değil, erken çocukluk dönemi olduğunu ve çocukların tutkulu, protoseksüel duygular(aşk, sevgi ve cinsel heyecan) hissedebildiğini tespit etmiştir. Bu  kritik  dönemde  yaşanan  psikolojik travmalar ileri yaştaki yetişkin kişilerin  seksüel yaşamını  negatif etkileyebildiği gibi  derin  izler de  bırakabilir. Birçok sapkınlık da plastisite açışından ve çocukluk çatışmalarının devamı olarak  açıklanabilir. Ancak buradaki temel nokta, kritik dönemlerde beynimizde bağlantılar kurulacak cinsel ve romantik haz ile eğilimler geliştirebilmemiz ve  bunun  hayatımızın geri kalanında  güçlü bir  etkisi olabilmesidir.

 

Cinsel hazlar da  yüzyıllar boyunca  değişim  gösterdi.  Eskiden  kilolu kadınlar  daha  güzel ve  tahrik edici olarak  görünüyordu. Örneğin  Zürich’de bir  kilisenin  yanında  bu konuda kadınların içeri alınıp alınmaması ile ilgili ölçütler oluşturulmuş,  belirtilen  ölçütlerden kadınların kiloları  fazla ise kiliseye  alınmıyormuş. Çünkü  bu kilolu kadınlar tahrikçi olarak görünüyormuş.  Görünüşe göre cinsel haz, kültür ve deneyimlerden etkileniyor  ve  genellikle önce edinilip sonra beyne yerleşiyor. Doğal olarak düşündüğümüz  pek çok zevk aslında sonradan öğrenerek edinilmiş ve ikinci doğamız haline gelmiştir. İkinci doğamızı orijinal doğamızdan ayıramayız çünkü nöroplastik beyinlerimizin bağlantıları bir kez kuruldu mu her parçası orijinal kadar biyolojik olan yeni bir doğa geliştirir.

 

İnsanlar  yalnızca uyuşturucuya veya alkole  karşı bağımlılık geliştirmezler, bunun yanında  kumara, çeşitli oyunlara,  sekse, insanlar arasındaki  ilişkiler ve hatta  spora  karşı  bağımlılık geliştirebilir. Tüm bağımlılıklar aktivitenin kontrolünün yitirildiğini gösterir.  Kötü sonuçlarını bildikleri  halde  dürtüsel olarak yapılır, tatmin  olmak için gitgide daha  fazla  uyarıcıya ihtiyaç duyulacak şekilde  tolerans geliştirilir ve  bağımlı olunan aktivite yapılamazsa bağımlılıktan kurtulma sürecine  girer. Tüm bağımlılıklarda   beyinde  uzun vadeli bazen de  ömürlük nöroplastik değişiklere  yol açar. Tüm  bağımlı olaylarda  beyinde  haz veren  dopamin  nörotransmitterini  daha  aktif hale  getirir.  Kokanin alımı da  dopamin  nörotransmitterin  fazla salgılanmasını sağlar. Dopamin  ödül nörotransmitter olarak adlandırılır. Başarı elde edilince  beynimiz  dopamin salgılar. Bu dopamin  salgılanmasından  dolayı enerji  artışı, heyecan  verici bir  memnuniyet ve öz güven artışı olur. Dopamin sistemimizi ele geçiren bağımlılık  yapan maddeler, uğraşmamıza gerek kalmadan haz  almamızı sağlar.  Aynı zamanda dopamin de plastik değişime  dahil olur. Dopamin artışı; heyecanlanmamıza yol açtığı gibi  hedefimizi gerçekleştirmeye yönlendiren davranışlarımızdan sorumlu olan  nöral bağlantılarını  da güçlendirir.  Dopamin salınımı, her iki cinsin de  cinsel dürtüsünü artırır, orgazma ulaşmalarını sağlar ve beynin haz merkezlerini aktive eder. Pornografinin de  böyle  etkisi olur.

 

Bağımlılık yapan  bir  uyuşturucunun tek bir dozu delta FosB  olarak adlandırılan  bir protein  üretir. Uyuşturucu madde  her kullanıldığında daha  fazla  delta FosB birikir ve bu  durum genlerin  açılmasını veya  kapanmasını etkileyecek  bir genetik  anahtar  oluşuna  kadar  devam eder. Bu uyuşturucu maddenin kullanımı kesildikten çok sonra bile etkisi devam eden değişikliklere neden olur, bu durum dopamin  sisteminde geri dönüşü olmayan bir hasara yol açar. Spor yapmak ve şekerli içecekler tüketmek gibi uyuşturucu  madde içermeyen bağımlılıklar da deltaFosB  birikimine  yol açar ve dopamin sisteminde kalıcı değişiklikler gerçekleştirir. Arzulamak ve hoşlanmak iki farklı şeylerdir. Bir  bağımlı şiddetli bir arzu hisseder çünkü plastik  beyin  uyuşturucuya yada deneyime  duyarlı hale  gelmiştir. Duyarlılık toleranstan farklıdır. Tolerans  geliştikçe bağımlı, bir maddeye yada  hoş etkisi için deneyime daha fazla  ihtiyaç duyar. Ama duyarlılık geliştikçe bağımlı, maddeye karşı şiddetli  arzu hissetmek için gitgide  daha az maddeye gereksinimi vardır. Dolaysıyla duyarlılık, hoşlanma  hissi olmadan daha  fazla istemeye neden olur. DeltaFosB duyarlılığa  sebep  olur.

İnsan  beyninde  heyecan  verici ve tatmin edici iki haz sistemi vardır. Heyecan hazzı seks yada iyi bir yemek  gibi arzuladığımız bir  şeyi düşlediğimizde hissettiğimiz  ‘iştah  açıcı’ hazla  ilgilidir. Nörokimyası  büyük oranda  dopaminle  bağlantılıdır ve gerginlik seviyemizi artırır.  İkinci  haz  sistemi ise  tatmin  ya da  tüketmek hazzıyla ilgilidir ki  bu durumda  gerçekten seks  yapıldıktan yada  düşlenen yemek yendikten sonra  huzur  verici ve  doyurucu bir  tatmin  hissedilir. Buradaki   nörotransmitter endorfin fazla  salgılanır.  Aşırı  mutluluk hali (öfori) verir.

Kritik dönemler insanlar  için  altyapı oluştururlar fakat  ergenlik veya  daha  sonrasındaki aşık olmak büyük bir  nöroplastik değişimin  ikinci raundu için  bir fırsat sağlar. 19. Yüzyılın  yazarı Stendhal, aşkın çekim  konusunda radikal değişikliklere yol açabileceğini  ve romantik aşkı, neyi çekici bulduğumuzu yeniden belirlememizi , hatta  objektif güzelliği aşmamızı sağlayacak  çok güçlü bir duyguyu tetikler diye yazmıştır. Aşk Romanında Stendhal Aşık Erkek,  arkadaşından daha güzel bir kadınla tanışır ama  erkek  sevgilisini tercih eder. Çünkü erkek sevgilisini kendisine daha yakın hisseder ve sevgilisi ona daha çok  mutluluk vaat ediyordur. Sevgilisinin yüzündeki çiçek lekesini daha cazip buluyordur. Bu durumu, aşkın güzelliğini tahttan indirmesi olarak değerlendiriyor.    Aşkın Nöroplasitite yanının dışında kaynağı duyguda da gizlidir ve bunu bir deneyimimle açıklamak isterim… ‘’ Aşkın diğer bir yanı yani başka bir kapısıdır duygu dünyası ve bu dünya içinde mevsimleri devirir, akan suları kurutur, aşık olanın damarlarından karanlıklar geçirir, aşkın hasadını toplar sevdiğinin suretinde, aklından gönlüne nakış nakış… Tanıdığım bir yürek aşık olduğu kişiyi betimlerken onun  için şunları demişti: Aşık olduğum kadının kıvırcık ve karmaşık saçları vardı, kendimi onun saçlarında binlerce yıldır gizlenmiş bir bit olarak düşlerdim ki kokusu ve sıcaklığına yakın olayım, dalga dalga saçlarında gezen elleri yüreğime çarpardı, karşımda gördüğümde denizi ve gökyüzünü giymiş bir sonsuzluk olurdu, bir gülüşü vardı çiçek açmış portakal ağacı esintisi kokulu, dişleri yeşil elma kadar güzel, gülümsemesi çenesinde inceden serin bir gölge yaratırdı, az ilerisinde yönünü kaybetmiş iki nazlı  kırmızı gül durur onu izlerdi, entarisinde gözleri kadar iri çiçekler açmış, bana sarılmasını düşlediğim kolları kendisine sarılı  ve gerdanında soğuk metal kolyesi… Kendisine sordum nedir bu duygunun kaynağı diye? Yüzünde ince bir tebessüm gözlerinde bir ışıltı oluştu ve yüreğinden diline şunlar döküldü: Şairler ve bilginler bunu aşk diye tanımlamaya çalışmış ama eksik çünkü aşkın bir tanımı olmaz o bir anlamdır kendi gerçekliğinde onu tanımlamak ona yapılacak en büyük kötülüktür dedi… Bir mumun ardına saklanmış ışıksız ruhumu sallayan rüzgara benzer aşk diyerek devam etti… Özgür bir deniz kadar mavidir aşk, onu düşünmek ışıktır, dumandır, yangındır ya da coşan bir sudur diyerek bir nefes daha çekti onsuz ve gözlerime bakarak sordu ; sen beklemek nedir bilir misin ya da bir karanfili kendinle umutlandırıp onu beklemek, her kapı sesinde onun içeri girmeyeceğini bilerek geleceğini umut etmenin yüreğini nasıl çatlattığını bilir misin ? diye  sordu… Önce bu duygular karşısında sustum ve sonra dedim ki : Beklemelisin çünkü senin gönül verdiğinin bir benzeri yok, bekle yüreğine cesur olmasını öğret ki özgür olsun aşkın ve sonu ne olursa olsun aşk başına gelmiş en güzel şeydir dedim gözlerinin içine bakarak…’’ aşkın bu yanı da vardır

 

İnsanlar yalnız görünüşe  aşık olmaz, görünüş çekici bir rol oynayabilir ve kişiyi aşık olmaya getirebilir.  Aşık olma durumunda  bir çok faktör oynar. Bunları şöyle  sıralayabiliriz:

Kişinin karakteri, kişinin kendisini  nasıl  hissettiği, hayal ettiği kişiye yakın olup olmaması, konuşması  hal ve tavrı,  o ilk gördüğü anda  hangi duyguları hissettiği, duruşu, bakışı ve ayrılırken  bakışı vb. Aşık olma hali  öyle  hoş bir  durumu  tetikler ki, aşık olduğu kişide hiç bir  kusur bulamaz,  hatta  başkaları tarafından  hoş  görünmeyen  bu durum, aşık olan tarafından daha çekici bulunur. Burada  nöroplastisite araya  girer, yeni yapılanma oluşur. Bir çirkinlik  aşık olan kişi tarafından  hoş görünür.

Aşk aynı zamanda kişide haz  merkezlerinin  uyarılmasını ve  açık kalmasını sağlar. Haz  merkezleri açık olduğu zaman  deneyimlediğimiz her şey bize memnuniyet verir. Kokain  gibi bir uyuşturucu, haz  merkezlerinin ateşlenme eşiğini düşürüp aktif hale  gelmelerini  kolaylaştırarak bizi etkiler. Bize haz  veren  salt kokain değildir. Ne  deneyimlersek deneyimleyelim  harika  hissetmemizi sağlayan  şey, haz merkezlerimizin  daha  kolay ateşlenebiliyor(uyarılabilmesi) olmasıdır. Haz  merkezlerinin  kolay  ateşlenmesini  sağlayan üç  örnek olay vardır. Bunlar şunlardır: Kokain  alımı, manik durum  ve  aşk. Bu üç durumda  kişi kendisini coşkulu bir ruh durumunda  hisseder. Kişi istediği bir şeyin beklentisine  girer ve  beklentinin  gerçekleşebileceğini düşünür.  Burada  fazla dopamin salgılanır.  Her şeye karşı iyimser  yaklaşır ve memnuniyet verecek olaylara karşı hassas olurlar ve  olaylardan  diğer insanlara  göre daha  fazla etkilenirler.  Örneğin ; çiçekler ve temiz hava ona ilham  verir.Her yerde  ve her şeyde aşık olduğu kişiyi görür.Mesela;  onu  gündüz  güneş olarak, gece ay ve yıldız olarak, çiçeklerin en güzeli olarak görür. Aşık olduğu kişiyi universiyumun  bir  parçasını olarak görür ve öyle  yaşamak ister. Universiyuma  pozitif bakar. Bu durum küreselleşme olarak tarif ediliyor. Bu romantik  aşkın şiddetli olması nöroplastisiteye sebep oluyor. Haz merkezleri  öyle  özgürce ateşlenir ki aşık kişi yalnızca sevdiğine  değil, dünyaya da  aşık olur ve dünya görüşünü de romantikleştirir. Bu durumda  dopamin artışı fazla  olur. Dopamin  artışıyla  hoş deneyimler ve  birlikteliklerle beyinde  gerekli bağlantılar  kurulur. Yeni sinir ağları  kurulur. Bu nöroplastisitedir. Bu küreselleşme yalnızca  dünyadan  daha  fazla zevk almamızı sağlamakla  kalmaz, aynı  zamanda  acı, memnuniyetsizlik  veya isteksizlik hissetmemizi zorlaştırır. Haz  merkezlerimiz ateşlendiğinde yakınlardaki  acı ve  isteksizlik merkezlerinin ateşlenmesi daha  zorlaşır. Bizi normalde rahatsız  eden olaylar, artık  rahatsız  etmemeye  başlar. Aşk  bizim  mutlu olmamızı kolaylaştırmakla  kalmaz, mutsuz olmamızı da  zorlaştırır. Küreselleşme bize  neyi çekici bulduğumuz konusunda yeni zevkler geliştirme fırsatı verir. Birlikte ateşlenen  nöronlar(sinir  hücreleri)  birbirlerine bağlanırlar ve normalde çekici olmayan  bir şeyin de memnuniyet hissi oluşturmasını sağlar. Örneğin ; Kokain  alan bir kişinin  iğrenç ara sokağı cazip bir mekanmış gibi görmesi. Stendhal’ın Aşk romanında erkeğin  çiçek lekesini  cazip görmesi.  Aşk  romantizm aşamasındaki değişiklikleri yansıtığı gibi, aşk acı çekerken de beynimizde gerçekleşen değişiklikleri yansıtır. Aşkın  etkisiyle  dopaminin fazla  salgılanmasına  sebep olur. Bu da  kişide  utangaçlığın ve depresifliğin azalmasına, mutlu olmasına, enerjisinin  artmasına, öz güvenin ve  coşkunun artmasına sebep olur. Buna aşk sarhoşluğu da denilir. Sevgililerinin  fotoğraflarına  bakan aşıkların son fonksiyonel manyetik rezonans görüntülemelerinin  sonuçlarına  bakıldığında  ciddi dopamin yoğunluğu olan beyin  bölümünün aktive  olduğunu ve beyinlerinin kokain kullananların beyinlerine  benzediğini tespit edilmiştir.

Aşk her zaman  mutlu etmez. Aynı zamanda acı da verebilir. Sevgililer birbirlerinden  çok uzun  süre ayrı kaldıklarında çöküntü yaşarlar ve  içlerine kapanırlar,  sevgililerini  arzularlar, kaygılanırlar, enerjilerini kaybederler ve depresif olmasa  bile  perişan hissederler. Ayrılma  durumlarında  veya ihtimalinde  depresif olurlar. Sevgilinin varlığına veya  yokluğuna  adapte  olurken beyin  yapısında plastik  değişmeler olur. Yeni  duruma  adapte olmaya  çalışır. Adapte olmazsa başka  insanlarla  ilişkiye  geçemez ve  başkasını  sevemez.  Burada  yüklerinden arınmış şekilde yeni bir ilişkiye başlanması için beyinlerindeki  milyarca bağlantıyı yeniden yapılandırmayı gerektirir. Yani nöroplastisitenin  oluşması gerekir. Burada  tek bir anıyı hatırlayıp, o anıyla teselli bulup sonrada hatırladığı kederi üzerinden atarak yas tutulur.  Yasla olay unutulur. Bu nöral seviyede  o anıları hatırlatan nöronların kapatılması gerekir ki olay unutulsun. Walter J. Freeman  aşk ile  büyük çaplı unutma arasında bağlantı  kuran  ilk kişidir. Freeman’a  göre  beyin  yapılanmaları nöromodülatörlerin  sayesinde  olduğunu  iddia etmiştir. Nöromodülatörler nörotransmitterlerden farklıdır. Nörotransmitterler nöronları(sinir  hücreleri) harekete geçirmek  veya engellemek için sinapslarda salgılanırken, nöromodülatörler sinaptik bağlantıların genel etkinliğini artırır veya azaltır ve kalıcı  bir değişiklik yapar. Freeman aşık olduğumuz zaman  bir beyin nöromodülatörü olan oksitosinin salgılandığına, bu sayede büyük çaplı değişiklikler olabilsin  diye mevcut nöral bağlantıların yok olduğuna inanıyordu. Oksitosin memeliler arasındaki bağları sağlamlaştırdığı için  bağlılık nöromodülatorü olarak adlandırılır. Oksitosin, aşıklar birbirlerine bağlanıp seviştiklerinde(her iki cinsiyetten insanlarda  orgazm sırasında oksitosin salgılanır) ve  çocuklarını yetiştirip büyüttüklerinde de  salgılanır. Kadınlar çocuklarını doğururken ve emzirirken oksitosin salgılarlar. Bir fMRG(fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme) çalışmasına göre anneler, çocuklarının fotoğraflarına baktıklarında oksitosin açışında  zengin olan beyin  bölgeleri aktif hale gelir. Oksitosin aynı zamanda  çocukları ebeveynlerine bağlar. Erkekler de baba olduklarında  vasopressin denilen nöromodülatör salgılanır. Bununla babalık sorumluluğunu  alır.

Dopamin heyecanlanmamıza ve coşkumuzun artmasına yol açar ve cinsel uyarılmayı tetiklerken, oksitosin hassas  duyguları ve bağlılığı artıran, üzüntümüzün azalmasına sebep olabilen  sakin  ve sıcak bir ruh hali yaratır. Bunun yanında  oksitosin  güven duygusunu tetikler. Eşlerimize bağlanmamıza ve kendimizi çocuklarımıza adamamızı sağlar. Oksitosinin  diğer önemli etkisi, unutma konusunda  eşsiz  bir rol oynamasıdır. Ancak ilk doğumda  oksitosin salgılanmaz(sadece daha  sonraki doğumlarda salgılanır), bu da  oksitosin salınımının, annenin ikinci yavrusuyla bağ kurmasını sağlamak için ilk yavrusuyla bağ kurmasına yardımcı olan nöral devreleri yok etme rolünü üstendiğini gösterir. Bu  fikre göre oksitosin ebeveynlere ebeveyn olmayı,aynı şekilde aşıklar da  paylaşımcı ve  nazik olmayı öğretmez, daha  ziyade onların yeni davranış biçimlerinin öğrenmesini mümkün kılar.

Nöroplastisite bireysel yaşam  deneyimlerimize bağlı olarak öyle eşsiz beyinler geliştirmemizi sağlıyor ki  dünyayı başkalarının gördüğü gibi  görmemizi, başkalarıyla  aynı şeyleri istememiz ya da iş birliği yapmamız genellikle zor oluyor. Ancak soyumuzu başarılı bir şekilde devam ettirmemiz için iş birliği gerekiyor. Oksitosin güven oluşmasında bir  büyük rol oynar. Güven oluşturmada önemli olan  ön sevişme  değildir, bilakis sevişme  sonrasındaki etkileşimdir. Oksitosinin   bize sağladığı şey, birbirine aşık iki beynin, plastisitenin artış gösterdiği bir dönemden geçerek birbirine uyum  sağlama, birbirlerinin niyetlerini ve algılarını  şekillendirme kabiliyetidir. Beyin  temelde sosyalleşme  organıdır.  Beynini  iyi kullanan kişiler, aşırı bireyselleşme, aşırı bencil  ve ben merkezci olma eğiliminden uzaklaşırlar.

 

Aşk her şeye kadirsin!!!