Göç ve Göçün sosyolojik, psikolojik ve tıbbi etkileri
Göç Dünyada yeni bir fenomen değildir. Göçün tarihi insanlık tarihi kadar eskidir. Birçok insan kendi ülkelerini terk ederek başka yerlere göç ediyor. Özellikle 20. Ve 21. Yılında göç önemli bir olgu oldu. Çünkü iki Dünya savaşı oldu ve bu savaşların sonucu insanların göç etmesine sebep oldu. Bunun yanında 20. Yüz yılında Doğu Avrupa ve Orta Doğuda oluşan global politik ve ekonomik değişiklikler de göçün artmasına sebep olmuştur. Diğer göç sebeplerinden biri de; politik ve ideolojik düşüncelerinden dolayı kendi ülkesinde yaşama şansı az veya hiç olmamasıdır. 20 ve 21 yüz yılların oluşan tabiat felaketleri de göçe neden olmuştur. Göç süreçleri kompleks bir süreçtir. Bu yalnız göç edenleri etkilemez, aynı zamanda göç ettikleri ülkeleri ve oradaki insanları da etkiler.
Göçün birçok nedeni vardır. Eisenstadt göçün nedenlerini üç ayrı başlıkta toplamıştır. Bunlar şunlardır:
- Göçmenlerin ve göçmen ailelerin fiziksel varlığı yaşadığı ülkelerde artık güvenli değildir. Örnek: Savaşlardan, Hastalıklardan, doğa Felaketlerinden ve açlıktan kaçması.
- Kişilerin yaşadıkları ülkelerde kendi kişisel materyal ve ekonomik ihtiyaçlarını yeteri kadar karşılanmaması( ekonomik nedenler).
- Çeşitli politik, ideolojik düşüncelerin veya dini inançların yaşadığı ülkelerde baskı altında tutulması veya yasaklanması.
Göç ülkelerdeki nüfus yapısını da değiştiriyor. ABD ye 1962 yılına kadar göç eden insanların % 82 si Avrupa’dan gelen kişilerden oluşuyordu. Şimdi ise % 80 ni Latin Amerika ülkelerinden ve Asya’dan gelen göçmenlerdir. Almanya nüfusun % 25 ni göçmenler ve göçmen hikayesi olan insanlardan oluşuyor.
Çok değişik bilim dalları göçle ilgileniyorlar. Yani interdisiplin bilim dalı alanıdır. Örneğin: Ekonomi, Sosyoloji, Psikoloji, Politik, Hukuk, Yönetim, Tıp vb.
Göçün tek bir tarifi yoktur. Hoffman her yerdeki değişikliği göç olarak tarif ediyor.
Ronzani Göçü; Kişilerin bir toplumsal sistemden diğer toplumsal sisteme gitmesi ve bununla meydana gelen direk ve endirekt ilişki ve sistem değişikliği olarak tarif ediyor.
Bunun yanında göçte yer, zaman, göçe neden olan olaylar ve göçün büyüklüğü de önemlidir.
Göçteki yer dimensiyonu, göçün kırsal alandan şehre, bir ülkeden diğer bir ülkeye veya bir kıtadan diğer bir kıtaya olan göçleri değerlendirir.
Zaman dimensiyonunda göçün; geçici veya sürekli olduğunu değerlendirir.
Diğer önemli bir değerlendirme ise; ekonomik nedenlerle veya zorunlu nedenlerle oluşan göçleri ele alır.
Başka bir değerlendirme ise; göçü bireysel, grup ve kollektif olarak değerlendirir.
Göçün Formları:
- İç Göç
- Enternasyonal Göç
- Zincirleme şeklinde olan Göç
İç Göç, bir ülkenin içinde oluşan göçtür. Örneğin Ülkenin içinde kırsal bölgeden metropollere veya bir bölgeden diğer bölgeye olan göçlerdir.
Enternasyonal Göç; iki ülke arasında oluşan göçlerdir. Örneğin Türkiye’den İsviçre’ye olan göç.
Zincirleme Göç ise, bir bölgedeki insanların göç ettiklerinde, göç edilen yerlerde , kendi tanıdıklarının yaşadığı bölgeye gitmesi. Örneğin Konya’nın Kulu bölgesinden bir çok insan İsviçre’ye yakınlarının veya tanıdıklarının yaşadığı bölgeye gidip oraya yerleşmesi.
Göç olunca, sosyolojik olarak ne oluyor?
Göçmenlerle göç alan ülkedeki insanlar arasında sosyal bir ilişki ve etkileşme oluşur. Buna sosyal Interaksiyon (iletişim) denir ve insanlar birbiriyle karşılaşıyor, birbirlerini etkiliyor birbirlerini yönlendiriyorlar, ve aynı zamanda birbirlerine reaksiyon gösteriyorlar. Bu sosyal etkileşme kendisini rekabet, çatışma, akkomodasiyon ve asimilasyon şeklinde gösteriyor ve sonlanıyor.
Şekil 1
Rekabet temel sosyal iletişimlerden bir tanesidir. Rekabet tüm canlılar arasında oluşan bir olgudur. Rekabet aynı zamanda çatışmalara sebep olur. Çatışmalardan sonraki safhası; akkommodasiyon ve asimilasyondur. Rekabet yasalarla ve toplumsal kurallarla bir nebze kontrol altında tutulmaya çalışılır. Bununla beraber dengesizlik ve eşitsizlik önlenmeye çalışılır. Bu kontrol aynı zamanda sonsuz olmayan kaynakların toplumsal olarak eşit bölüştürülmesini ve sosyal dengesizliği önler. Rekabet aynı zamanda göçmenlerle yerli halk arasında çelişkilere, çatışmalara, sosyal dışlanmaya, ayrımcılığa, diskriminisasiyona(ayrımcılığa) ve ırkçılığa sebep olabiliyor. Yerli halk göçmenleri kendine tehdit olarak algılamaya başlıyor.
Çatışma; Göçmen gruplarıyla yerli halk grupları arasında rekabete varan bir mücadele vardır, buna karşılık çatışmada gruplar arasında ihtilaf vardır.
Rekabet sürecinde sosyal ilişki ve sosyal komünikasyon olması şart değildir. Bu süreç kişisel temas olmadan olan bir mücadeledir. Yani kişiler birbirleriyle temasa geçmezler. Bu bilinçsiz olarak devam eder. Kişiler bu mücadelenin farkında değildirler. Çatışma sürecinde ise, kişiler direkt temasta bir ilişki içerisindedirler. Bu gruplar tarafından bilinçli olarak algılanır ve kişilerde derin emosiyonlara(his), gerginliklere sebep olur. Bu çatışma sürecinde rekabet bilinçli olarak algılanır, burada kişiler toplum içinde sosyal statüsünü, yetkisini, üst-alt kademe pozisyonunu kullanarak bu çatışmayı yönetirler. Rekabet ve çatışmalar iş yerindeki bir takım zorluklar, işin azalması, tekniğin artması ve iş yerin kaybetme korkusu gibi faktörlerden oluşan iş problemleri göçmenlere yansıtılıyor. Bu da göçmenlere karşı mobbing, dışlama, ırkçılık ve diskriminasyonun artmasına neden oluyor. Bunlar da Göçmenlerde daha fazla psikolojik hastalıkların ortaya çıkmasına sebep olur. İş yerindeki baskılar; öfkeye, sıkıntılara ve iş yerini kaybetme korkusuna sebep oluyor. Göçmenler günah keçisi olarak damgalanıyor. İş yerindeki baskılar ve göçmenlerle yerli halktan olan kişilerin arasındaki çeşitli farklılıklar daha çok çatışmalara neden olurken, bunun sonucunda iş yeri güvenliği tehlikeye girebilir. Bu çatışmalar daha çok farklılıklardan, iletişim bozukluklarından ve işe bakış açısından dolayı oluşurlar.
Akkommodasiyon; Fransızcadan gelen ve uyum anlamına gelen bir kelimedir. Burada kişi iç dünyasını yeni doğan şartlara yeni algılamayla uyum sağlamaya çalışır. Önce dış çevredeki olaylara uyum sağlar. Örnek; Buzdolabı, TV, Araba ve diğer elektronik eşyaların alınması ve kullanılmasıyla başlar. Bu da kendisinde bir sevinç yaratır. Sonra iç dünyasının uyum sağlaması için olayları yeniden değişik algılaması ve değerlendirmesi gerekir.
Akkulturasiyon:
Göçmenlerin kendi kültüründen baskın kültürün etkisine girmesi ve bu göçmen ülkesindeki değer yargılarını ve kurallarını alma veya benimseme sürecine akkulturasiyon deniliyor. Bu kendisini bireylerde değişik şekilde gösteriyor. Bunlar şunlardır:
Asimilasyon
İntegration
Segration
Separation
Marginalisasiyon
Asimilasyon:
Akkulturasiyon sürecinde göçmenler kendi kültürel identitesini ve değer yargılarını kaybederler. Bunun yanında baskın olan Kültür tarafından emilir. Yani Burda Asimilasyon sonunda terk ettiği ülkesiyle olan bağlantıları ve kültürel değer yargılarını kaybeder. Kişi kültürel identitetini kaybettiği için oryantasyonu kaybeder. Aynı zaman Asimilasyon sonucunda Göçmenler güven duygusunu da kaybederler. Aynı zamanda Asimilasyon süreci ve yeni kişiliğin tanımlanması kişide korkuya sebep olur. Bu olaylar sonucunda Göçmenler psikolojik hastalıklara karşı daha hassas olurlar.
İntegrasiyon:
İntegrasiyonda göçmenler kendi kültürel davranışlarını ve değer yargılarını korur, bunun yanında geldiği ülkenin değerlerine de pozitif bir bakış kazanır. Ülkenin dilini, kültürünü, değer yargılarını ve tarihini öğrenir, ülkede olan bitenleri algılar.
Diğer önemli bir unsur ; Göçmenler entegre olmak ve topluma uyum sağlamak istiyorlar. Fakat bu süreçte yerli toplumda yaşadığı;dışlama, ayrımcılık, ırkçılık ve yerli toplumun toleranssız davranması, bir çok göçmen bu süreci kesip integrasiyonu ve uyumu yarıda bırakıyorlar. İntegrasiyon; bir sistemin bütün parçaların birbiriyle uyum içinde olursa, bu sistem iyi çalışır ve uyum sağlanır. İntegrasiyonda karşılıklı olarak ilişkiler birbirini etkiler. Benim Avrupa’da gözlemlediğim kadarıyla, Avrupalıların bütün bir çoğu; Göçmenlerin integre olmasına daha tam hazır değildirler. İntegrasiyon süreci değişikleri ve eşitliği beraberinde getiriyor. Avrupalılar bunu vermeye hazır değildirler. Yani yerli toplum bir şeyleri kazanıyor ve bir şeyler kaybediyor. 29 yıl Almanya’da yaşadım ve çalıştım. Burada gözlemlediğim kadarıyla, Göçmenler Alman toplumunda aidiyet duygusu alamıyor. Sürekli toplumun her kademesinde ‘ sen bize ait değilsin, sen Alman değilsin, sen yabancısın’ duygusu veriliyor. Bunun sonucunda Göçmenler kendilerini toplumun bir parçası olarak görmüyorlar ve integrasiyon için olan motivasyonu kaybediyorlar.
Yerli halktan büyük bir kısmı göçmenlerin İntergrasiyonundan korkuyorlar. Canlıların genel yapısında her değişiklikten ve kendisine yabancı olan bir olgudan hep korkulur ve kendisini koruma dürtüsüyle hareket ederler. Burada kendi iş yeri kaybetme korkusu, finansal değişiklik korkusu gibi korkularından dolayı göçmenlerin integre edilmesinden korkulur. Göçmenlerin integrasiyonu iki yönlüdür. Yerli Halk ve Göçmenler. İki taraf da kendisine düşeni yapmalıdır.
Yerli toplum göçmenlerin integrasiyon zeminini hazırlamalı. Göçmenler de integrasiyon için motive olmalı ve integrasiyon için her şeyi yapmalıdırlar. Yani yaşadığı toplumun dilini, toplumun kurallarını öğrenmeli, toplumda olan bitenlerden haberdar olmalı, yaşadığı toplumun tarihi gibi konuları öğrenmeli ve toplumu anlamaya çalışmalı.
Segregasiyon ve Separasiyon:
Burda dıştan gelen baskıyı azaltmak için; azınlık grup ya kendi isteğiyle yada yasaların zoruyla ve sosyal baskıları azaltmak için baskın ve çoğunluk toplumdan geri çekilmesi ve kendi arasında kalmasına sepregasiyon ve separasiyon denir. Burada kişiler eğer toplumsal baskı sonucundan dolayı çoğunluk toplumdan geri çekilip kendi arasında kalırsa bu sepregasiyon, buna karşılık kendi isteğiyle ve bilinçli olarak çoğunluk toplumun kültüren isteğinde kalmamak için geri çekilip kendi arasında yaşamasına seperasiyon denir. Geri çekilme ve kendi aralarında yaşama, gettolaşmaya ve paralel toplumun oluşturulmasına sebep oluyor. O zaman bütün ihtiyaçlarını kendi aralarında gidermeye çalışırlar, Cafeler, Restoranlar, Alış veriş merkezleri, Cami, vb. Bu örnekler Almanya’nın büyük metropolleri Berlin, Köln, Duisburg şehirlerinde mevcuttur. Göçmenlerle yerli halk birbirleriyle değil, yan yana yaşıyorlar. Burada psikolojik olarak göçmenler kendi kültürel değer yargılarını kaybetmekten ve bunun sonucunda asimile olmaktan korktukları için kendi kabuğuna çekilip kendi aralarında kalıyorlar. Köklerine bağlı kalmak; bu onlara emniyet duygusu, güven ve aşinalık duygusu verir. Genel olarak insanlar her değişikliğe şüpheyle ve korkuyla bakarlar.
Marginasiyon:
Marginasiyonda; Göçmenler hem kendi kültürlerine olan bağı kaybetmiştir, hem de yaşadığı yerli toplumla ilişkiyi kaybetmiştir. Çatısız bir ev gibi. En kötü çatılı ev, çatısız evden daha iyidir. Yaşamın gidişinde Yabancılaşma gelişir ve kimliğini kaybeder. Bu da kişide bir oryantasyon bozukluğuna sebep olur. Yani kişi hangi yöne gideceğini bilmiyordur. Bu oryantasyon bozukluğu kişinin kişilik oluşumunda negatif etkiler oluşturur. Bu durumdaki Göçmenlerin kendi kişiliğini tanımlamasında ve yaşadığı toplumda bir duruşu ve bağı olmaz. Bu şartlarda büyümüş kişilerin iç kaynakları ya yoktur yada çok zayıftır. Bu insanların psikolojik rahatsızlıklara yakalanma rizikosu daha fazladır, örneğin ağır psikotik durumlar, madde bağımlığı, ağır kişilik bozuklukları ve sosyal uyum bozuklukları böyle kişilerde daha fazla ortaya çıkar. Yaşadığı Toplum tarafında kabul görmeyen Göçmenler kendilerine bir yön arayışına girerler. Genelikle kendilerini radikal grupların içerisinde bulurlar. Bu radikal gruplar içerisinde onlarda eksik olan oryantasyon ve aidiyet duygusu bulurlar. Toplumda kabul görmeme, sosyal dışlanma ve ayrımcılık gibi duygulardan dolayı yaşadığı topluma karşı öfke ve nefret geliştirirler. Radikal gruplar bu durumda olan göçmenlerdir. Kolay kendilerine çekerler. Radikal gruplar ‘Biz duygusu’ ve bir identitet vererek, kendi amaçları için bu gruptaki Göçmenleri kolay kullanırlar.Buna örnek olarak radikal İslam gruplarını verebiliriz. Göç alan ülkelerin göçmenlere aidiyet duygusunu vermesi, göçmenlere ayrımcılığın yapılmaması ve göçmenleri dışlamaması gerekir. Göçmenlerin entegre olması için gerekli zemini hazırlaması gerekir ki bu marjinasiyon önlenebilsin. Göçmenler de entegre olmak için motivasyonunu kaybetmemesi lazım ve entegrasyon onların gelecekteki yaşamının temel taşı olur.
Göç ve Göçün Psikolojik Etkileri
Salman Akthar göçü psikolojik olarak şöyle tarif ediyor; bir ülkeden diğer ülke bir ülkeye gitmesi sonucunda oluşan bir psikolojik süreçtir. Bu süreç kişinin kişiliğini anlamlı şekilde etkiler. Göçmenler göçün sonucundan bir takım kayıplara uğrar. Bunun yanında kaybettiklerinin yerini yeni ülkede dolduramıyor. Örneğin alıştığı yemekler, dinlediği Müzik, sosyal ilişkileri, konuştuğu dili, sahip olduğu değer yargıları, sosyal rolleri, mesleği, konuştuğu dilin fonksiyon görmemesi ve identitet kaybı. Bunun sonucunda Köksüzleşme ve yabancılaşma oluşur. Bu da, aşırı güvensizliğe ve oryantasyon bozukluğuna sebep olur. Her şey göçmene yeni ve yabancıdır. Diğer taraftan da sahip olduğu sosyal ve kültürel değerlerin fonksiyon etmediğini görür, sosyal rollerini kaybeder ve geldiği ülkede dil bilmemesi bu yeni geldiği ülkede desosyalizasyona sebep olur. Bunun sonucunda göçmen, yeniden yeni bir oryantasyon ve sosyal rollerin tanımına ihtiyaç duyar. Buna yeni Sosyalizasiyon denir. Bu da var olan aşırı güvensizliği ve oryantasyon bozukluğunu artırır. Yani bir taraftan ülkesini terk etmesi sonucunda Köksüzleşme ve Yabancılaşma, diğer taraftan yeni geldiği ülkede Desosyaliyasiyon oluşur. Bu Köksüzleşme -Yabancılaşma ve Desosyalizasiyon aşırı Güvensizliğe ve oryantasyon bozukluğunu artırır(doppelt). Bu da korkuya sebep olur. Bu korku zeminde psikosomatik ve psikolojik rahatsızlıklar gelişir.
Sağlık: WHO örgütü sağlığı, kişinin bedensel, ruhsal ve sosyal tam iyilik halidir diye tanımlıyor. Yalnız hastalığın olmaması hali değildir.
İnsan sosyal bir varlıktır. Sosyal varlık olduğundan dolayı toplum içinde yaşaması gerekiyor. Bu bir elzemdir. İnsan toplum içinde olmayan ve grupsuz bir yaşamı sürdüremez. Pozitif insani sosyal ilişkiler bedensel ve ruhsal sağlığın temelini oluşturur. İyi bir sosyal ağ sağlığı korur.Yeterli ve tatmin edici iletişim, kişiyi sıkıntılardan korumayı kolaylaştırır, Stresin zararlı etkilerinden korur ve aynı zamanda yalnızlık duygusunu ve sıkıntıları ve yüklerini azaltır, ağrıları azaltır ve kızgınlığı dağıtır. Çocukların bedensel ve ruhsal gelişimi için , sosyal ilişkiler elzemdir. Yurtlarda ve hastanelerde kalan çocukların bedensel ve ruhsal gelişimleri diğer normal ailelerde yaşan çocuklara göre geri kaldığını yapılan araştırmalarda tespit edilmiştir. İyi sosyal ilişkileri olan kişiler, tehlikeli ve sıkıntılı anları daha kolay geçirirler. Yeterli ve tatmin edici sosyal ilişkileri olmayan kişiler daha kolay depresyona ve psikosomatik rahatsızlıklara yakalanırlar. Savunma mekanizması zayıflar ve diğer kolay hastalıklara yakalanma riski artar. İş yerindeki sosyal ilişkiler kişilerin iş verimlerini ve çalışma(iş) zevkini artırır. Sosyal ilişkilerin önemini şöyle sıralayabiliriz:
- Kişiyi sağlıklı kalmasını sağlar,
- Kişileri başka bir düşünceye getirir,
- Yalnız olmadığını duygusunu sağlar,
- Kişilerin problemlerin çözülmesinde yardımcı olur,
- Sıkıntılardan kurtulmasını hızlandırır,
- Stresin azalmasını sağlar,
- Güven duygusunu sağlar,
- Kişiye bir şeye yaradığı duygusunu sağlar,
- Kişiye teselli duygusunu sağlar.
- Kişiye yeni önemli bilgileri olmasını temin eder,
- Kişiye bilgilerin ve tecrübelerin birbirleriyle değiştirmesini sağlar,
- Kişi sosyal iletişimde aynı zamanda kabul edilme duygusunu, değer verildiği duygusunu yaşar. Bu da kişinin öz güvenini artırır.
Kimin yanında kendimi olduğum gibi hissederim?
Kimden yardım rica edebilirim veya yardım alabilirim?
Kimle ortak bir şeyler yapabilirim ve aynı zamanda onunla gülebilirim?
Kiminle benim için önemli konuları konuşabilirim?
Bu saydığımız sosyal ilişkiler göçmenler başta olmak üzere insanların büyük çoğunda fonksiyon göremezler. Bu da Korku ve güvensizliği artırır. Korku ve güvensizlik birtakım psikolojik bozuklukların ortaya çıkmasına neden olabildiği gibi bazen de hızlandırır.
Bunun yanında göçmenler göçmenlikten dolayı bir çok risk faktörlerine sahiptirler. Bu risk faktörleri göçmenlerin sağlığını tehdit etmektedirler. Bunları şunlardır:
- Aile içindeki yaşam,
- Göçten dolayı olan ayrılıklar ve parçalanan aileler,
- Göçün etkileri ve sonuçları,
- Göçten dolayı konuştuğu dilin geldiği ülkede fonksiyon görmemesi,
- Göçten dolayı sahip olduğu mesleğini kaybetmesi,
- Ana okulunda ve okuldaki eşitsizlikler ve ayrımcı uygulamalar,
- Yerli halktan daha kötü evlerde oturması,
- Kötü iş yerlerinde ve daha ağır ve zor olan şartlarda çalışma zorunluğun olması,
- Yaşamda oluşan akut olayların daha çok olması ve uzak olduğundan dolayı yerinde müdahale etme imkanının az olması ve bunun sonucunda yasın iyi tutması,
- İşsizliğin yerli halktan daha fazla olması,
- Yerli Halkın göçmenlere karşı ön yargılı olmaları,
- Ayrımcılık, Yabancı düşmanlığı ve Irkçılık.
Migrasiyon(Göç).-Stres-Teorisine göre, Göç insanın yaşamından büyük bir stres olarak değerlendirilir ve bu göçmenlerde büyük psikolojik zorluklar (psikolojik baskıları- yükleri)) yaratıyor. Bunun yanında Göçmenleri koruyan faktörlerin yeterli olmaması(kişisel donamın az olması, ailesel, toplumsal ve ekonomik desteklerin yetersiz oluşu), psikolojik rahatsızlıkların ortaya çıkmasına sebep olur. Göçten dolayı sosyal ve kültürel değişiklikler oluşur. Bu değişiklikler aynı zamanda kendisiyle beraber gerginlikleri ve çatışmaları getirir. Göçmenlere böyle bir durumda yardımcı olan sosyal ve bireysel kurumlar azdır, yani kendilerine dayanacak bir yer bulamazlar. Bu onların sağlıklarını tehdit ediyor. Bu şartlarda psikolojik bozukluklar daha çok ortaya çıkar. Bunların başlarında uyum bozuklukları, depresif bozukluklar, Korku bozuklukları, madde ve diğer bağımlık bozukluklar, psikosomatik ağrılar, kişilik bozukluklar ve psikotik durumlar oluşur.
Göçten dolayı oluşan ayrılığın Çocuklar üzerindeki etkileri ve Psikolojik rahatsızlıkları
Mesleki hayatımda Erkeklerin çok değişik psikolojik rahatsızlıklarının olduğunu tespit ettim. Çoğunlukla bu rahatsızlıkları bir yere koyamıyordum. Bir gün bir hasta şöyle sıkıntılarını dile getirdi:’Biz Almanya’nın öksüz çocuklarıyız. Çünkü anne ve babalarımız hem var, hem yok gibi bir durumdayız. Biz onlara ihtiyaç duyduğumuzda yoklar. Ama biliyoruz ki; onlar yaşıyorlar’. Bu beni daha hassas yaptı. Bu Hastalara yöneldim. 33 Hastayla bir intervü yaptım. Bu arıştırma Mazı2. Ekim 2009 tarihler arasında Almanya’nın Solingen şehrindeki muayenehanede yapıldı. Bu hastalar 3-14 yaşlarında iken, babaları Türkiye’den Almanya’ya çalışmak için göç etmişler. Bu hastalar çocuk iken babalarını yalnız izin esnasında görmüşler ve kısa süreli ilişkileri olmuş.
Yaş grupları
|
Hasta sayısı |
3-5 | 15 |
6-10 | 12 |
11-14 | 6 |
Toplam | 33 |
Tabela: Hastaların yaş grupların dağılımı(Babaları bu esnada Almanya’da).
Yaş grupları( Muayene esnasındaki yaş grupları)
|
Hasta sayısı |
25-34 | 8 |
35-44 | 13 |
45-54 | 12 |
Toplam | 33 |
Hastaların muayene esnasındaki yaş gruplarının dağılımı
Bu hastalar aşağıdaki şikayetleri dile getirmişler:
- Uyku bozukluğu(uymada zorluklar ve sık sık uykudan uyanmalar)
- Üzüntü ve depresif duygular
- Yorgunluk ve tükenmişlik
- İlgisizlik ve Keyifsizlik
- Sevinç kaybı
- Umutsuzluk
- Karar vermede zorluklar
- Öz güven kaybı veya Öz güven azalması
- Kendini değersiz bulmak
- Erken sinirlenme, kızgınlık ve öfke
- Düşük impuls (dürtü) kontrolü
- Hayır diyememe
- Konsantrasyon bozukluğu
- Unutkanlık ve hafıza bozuklukları
- Düşüncelerin kafaya çok takılması
- Çeşitli ağrılar
- Kötü rüyalar
- Sosyal izolasyon
- İnsanlara olan güvenin kaybolması.
Bu konuşmalarda şu kişilik özellikleri derinleştirildi:
- Gerginlik ve kaygı
- Aşığılık kompleksi
- Ret edilmekteki zorluklar
- Tanınma ve onay arayışlarına girmek
- Sosyal davranışlardan kaçınma
- Erken kırılma ve alınma
- Terk edilme korkusu ve kayıp korkusu
- Kronik iç boşluğu ve ümitsizlik
- Kendini iddia etmeme
- Eşlere bağımlılık
- Öz sorumluluk azlığı
- Kendisine karşı nefretin olması.
Kişilik Bozuklukları Belirtileri | Hasta Sayısı | % |
Gerginlik ve kaygı | 22 | 66,66 |
Aşığılık kompleksi | 27 | 81,81 |
Ret edilmekteki zorluklar | 28 | 84,84 |
Tanıma ve onay arayışlara girmek | 24 | 72,72 |
Sosyal davranışlardan kaçınma | 31 | 93,93 |
Erken kırılma ve alınma | 32 | 96,96 |
Terk edilme korkusu ve kayıp korkusu | 21 | 63,63 |
Eşlere bağımlılık | 27 | 81,81 |
Öz sorumluluk azlığı | 23 | 69,69 |
Kendisine karşı nefretin olması | 24 | 72,72 |
Kendini iddia etmeme | 31 | 93,93 |
Hastaların kişilik bozukluklarının semptomlarına göre dağılımı
Diagnozlar( Teşhis edilen Rahatsızlıklar)
Tespit edilen Psikolojik Bozukluklar) |
Hasta Sayısı | % |
F32 ve F33: depresif Bozukluklar( bir sefer veya tekrarlayan depresif bozukluklar) | 26 | 78,78 |
F41.1 Korku Bozuklukları | 12 | 36,36 |
F43.1 Stres sonucu oluşan Bozukluklar | 8 | 24,24 |
F45.0 Psikosomatik Bozukluklar | 27 | 81,81 |
F10 ve F19 Madde bağımlı Bozukluklar | 18 | 54,54 |
F60 ve F61.0 Kişilik Bozuklukları | 33 | 100 |
Hastaların hastlalıklarına göre dağılımı
Kişilik Bozuklukları | Hasta Sayısı | % |
Emosiyonal stabil olmayan Kişilik Bozuklukları | 5 | 15,5 |
Kendisine güvenmeyen Kişilik Bozukluğu | 8 | 24,4 |
Bağımlı Kişilik Bozukluğu | 7 | 21,2 |
Kombine Kişilik Bozukluğu | 10 | 30,3 |
Narsist Kişilik Bozukluğu | 3 | 9,09 |
Tespit edilen kişilik Bozuklukların dağılımı
Bu rahatsızlıkların psikodinamiği:
Bu hastalar babalarını çok nadiren görmüşler ve onlarla ilişkileri çok yüzeysel düzeyde kalmış. Bazen 3,4 yıl içinde bir kez görmüşler. Bazıları yalnız mektupla babalarıyla iletişimde kalmışlar. Sonra da babalarını tanımışlar ve birçoğu babalarını yabancı olarak yaşadılar. Bu çocukların büyük kısmı küçük yaşta kendilerine, hem de kardeşlerine karşı erken sorumluluk almak zorunda kaldılar. Babalarından uzak kalmaları onların babalarıyla olan ilişkilerini negatif etkiledi. Babaların yokluğundan dolayı çocuklarda babalarına karşı hüsran ve öfke duyguları oluşuyor. Babalarına olan ihtiyaç duyduğu zaman yoktular. Bunu çocuk olarak anlamıyorlar. Aynı zamanda babalarına karşı olan hüsran ve öfke duyguları gittikçe artıyor. Bu şartlar altında babalarıyla sağlıklı bir ilişki kuramıyor ve kendisini de sağlıklı geliştiremiyor. Bu kişilerde merkezde Öz değer problematiği duruyor. Burada kişi zaman zaman kendine aşırı değer veriyor ve kendisini büyük görüyor, zaman zaman da kendini değersiz, yeteneksiz, bir şey yapamaz duygusuna kapılır. Bu stabil olmayan emosiyonal bazda güvensiz, korkak, bağımlı ve narsist kişilik yapıları gelişir. Bu zeminde depresif bozukluk gelişir. Bir kısım hastalar madde bağımlılığı yapan maddeler alıyor. Bunu iç dünyalarında oluşan gerginlik ve sıkıntıları bastırmak için kullanıyorlar. Buda kişiliklerinde oluşan dengesizliği dengelemeye ve depresif oluşumu bastırmaya yöneliktir.
Ayrıca bu kişiler kendi iç dünyasındaki sıkıntı ve gerginlikleri azaltmak ve başkalarından takdir ve onay görmek için çok çalışırlar. Bu suretle geçici olarak durumlarını kompense( stabil) ederler. Fakat kayıp olaylarında(iş kaybı, Ölüm olaylarında, eşlerin terk etme durumlarında ekonomik sıkıntılarda) genellikle depresif reaksiyonlar, psikolojik ağrılar ve korkularla kendisini gösterir.
1 Comment
Join the discussion and tell us your opinion.
in tempora laudantium quo animi quo voluptatem molestias vitae commodi quia quia voluptatum ea magnam. non id ipsam odio eos est soluta esse laborum modi. non voluptatem sit non voluptatum provident in consequatur dolorem. et alias earum et non nam libero veniam nobis odit.